Müzik ve Yazılım
Yazılım sektöründeki yolculuğuma başladığımda, müzisyenlerin yazılıma yatkınlığının diğer meslek ve sanat gruplarında faaliyet gösterenlere kıyasla daha fazla olduğuna dair pek çok şey duydum. Internette arama yaptığım zamanlarda, enstrüman çalanlar ve yazılım geliştirenler arasındaki bağlantılara işaret eden çok sayıda farklı makale buldum. 30 seneyi aşkın hatırı sayılır yıllardır-büyük aralar vermiş olsam da-amatör bir piyano çalma geçmişim olduğu için, uzun yıllar farklı sektörlerde geçen ve beni yeni bir şeyler öğrenmenin kıyasla daha zor olduğu orta yaş yıllarına getiren geçmişime karşın; bu iki ayrı dünyanın harmonisi hakkında okuduklarım umudumu artırdı diyebilirim. Buradan yola çıkarak, konuyla ilgili okumalarımı derinleştirdim. Merak edip ilgi duyanlar için paylaşmak, bunu yaparken müziğin benim için ne demek olduğundan da bahsetmek isterim.
Çalmayı bildiğim tek enstrüman piyano ve kağıda yazılmış notaları, tuşlara basıp seslere dökerek; kendi zihnimdeki ya da daha da muazzam olanı 1700’lü yıllarda yaşamış bir dehanın zihnindekileri somutlaştırmayı hep çok sevdim. Hiç tanımadığım insanlara, bir açıklama yapmak ya da bir bahane uydurmak zorunda kalmadan içimizdekini ifade etmenin duygusal tatmininin bambaşka olduğunu düşündüğümden olsa gerek; duygusal olarak “yüklü” olduğum zamanlarda piyano çalmak çok daha fazla şey ifade etti. Bana sanatı, oradan müziği, oradan da piyanoyu sevdiren şey de bu oldu. İletişim kurmayı, zihindeki soyut kavramları elle tutulabilir olmasa da kulakla duyulabilir hale getirmeyi mümkün kılması; zaman içinde farkında olmadan iyi iletişim kurma ve yaptığım her eylemin sonuçlarını düşünme yeteneğinin gelişmesine de hatırı sayılır bir katkı sağladı.
Klasik müzik ve yazılım geliştirmeye gelince: Önceleri bu çok farklı (ya da ben öyle sanıyordum) iki konunun birbirine bağlanmasının pek de öyle mümkün olmayacağını, bir akım olarak klasik müziğin her şeye iyi geldiği söyleminin popülerliğinin bir çıktısı olduğunu düşündüm. Eşzamanlı olarak internette dolaşırken, çalışma verimliliğimizi nasıl artıracağımıza dair makaleleri tararken, karşımıza sıklıkla klasik müzik dinlemenin çalışma performansı üzerine olumlu etkilerine dair araştırmalar çıktığını da fark ettim. Bu araştırmalarda, klasik müziğin beynimize yeni bilgileri daha kolay özümsemesine ve yorumlamasına yardımcı olduğuna dair çalışmalara yer veriliyordu. Okudukça üzerinde düşündüğümde, ortak noktalar bulmaya ve şehir efsanelerini çürütmeye başladım. Mesela, klasik müziğin zekayı geliştirdiği söylenir. Aslında bu biraz “clickbait” bir söylem, dayanağı ise 1990’lı yılların başında Nature dergisinde yayımlanan bir araştırma. Bu araştırmada, denekler üç gruba ayrılır ve daha sonra onlara uzamsal-mekansal becerileri ölçen bir test yaptırılır. Klasik müzik dinleyenlerin, bu test sonucunda çok daha başarılı olduğu görülür ve karmaşık bir “yazılımı” olan müziği dinlemenin ve anlamlandırmanın; bilişsel becerileri arttırdığı ortaya çıkar.
Araştırmalara karşın bu etkinin “tamamen duygusal” algılandığı, klasik müziğin yorulan zihnimizi rahatlatmaya yardımcı olan tatlı bir dost olduğuna dair inanç yine de oldukça kuvvetli. Oysa işin aslı, biraz daha teknik zemine dayanıyor. Klasik müzik ve yazılım geliştirme arasındaki en temel benzerlik, bu yola baş koymuş insanın; yetkin ve kusursuz olma yolundaki en büyük varlığının kendisi olmasını fark etmesiyle ortaya çıkıyor. Klasik müziğin kalıpları ve kuralları öğrenme, birçok farklı enstrümanla işbirliği içinde bütüne ulaşma gibi iki temel kaidesi tıpkı yazılım geliştirmede olduğu gibi kavramın çekirdeğini oluşturuyor. Bir enstrümanı çalmayı öğrenme yolunda bu işi sizin için birinin yapması, bir kısmını öğrenmeniz ya da kestirme bir yolla sonuca ulaşmanız pek mümkün olmuyor; tıpkı bir analiz yaparken ya da yazılım geliştirirken olduğu gibi. Her ikisinde de başarıya ulaşmanın tek yolu; kendini disipline etmek, sıkı çalışmak, bugüne kadar yapılmış olanları araştırıp öğrenmek ve yaratıcılığınızı tamamen ortaya koymak. Tabii böyle söyleyince, herkesin aklına yazılım geliştirirken Google’ın nimetleri, bilgi paylaşımı ve aktarımının sağladığı kestirme çözümler gelecektir. Yazılım geliştirmede kullanılabilecek birçok hazır bilgi olsa da, kavramları anlamanın sırtını dayayabileceği kendimizden başka kaynağımızın olmadığı da bir gerçek. Örneğin database’te bir tablo oluşturmak istiyorsanız, basit bir Google araması size tam olarak neye ihtiyacınız olduğunu ve hatta karşılaşabileceğiniz olası hataları söyleyecektir. Ancak bu arama size bir veritabanının ne olduğunu, bir tablonun ne olduğunu, bu tabloyu oluşturmanın işe nasıl bir katkısı olacağını öğretmez.
Daha basit düşünecek olursak bir enstrümanı çalmayı, nota okumayı öğrenirken; aslında bir dil öğreniriz. Müziğin sadece seslerden oluşmadığını, sessiz kalınan yerlerin de ortaya çıkan eseri ses kadar şekillendirdiğini görürüz. Dinleyip aşık olduğumuz ve bir gün çalmak istediğimiz bir parçanın, nasıl çalınacağını (sakin ya da gürültülü, hızlı ya da yavaş) notalardan takip edebiliriz. Tıpkı bir analiz dokümanı gibi, bütünü ortaya koymak için yapmamız gereken her şey notalarla bize anlatılmıştır. Üstelik böylece beste yapmaya, müzik dünyasını yeniden keşfetmeye de gerek kalmaz; bizim yerinize daha önceden notaların dilini çözmüş o büyük sanatçıların peşinden kendi küçük adımlarımızla ve kendi farklılığımızı (yorumumuzu?) katarak gidebiliriz. Dinamik işaretler, bizim için yolu açar. Geriye öğrenmek, sıkı pratik yapmak ve kendini akışa teslim etmek kalır.
Dolayısıyla tıpkı müzikte ama bilhassa klasik müzikte olduğu gibi; öğrenme, uygulama ve yaratıcılık yoluyla gelişebilir ve geliştirebilir; nasıl yaptığımız konusunda hiçbir şey bilmeyen dinleyiciye/son kullanıcıya ifade edebilecek hale getirebiliriz. İcraatin neredeyse mükemmel olduğu, kafamızın içindekini bir gerçek olarak ortaya koyabildiğimiz ve bundan gelen tatmin duygusunu yaşayabildiğimiz iki paralel evrenin fertleri notalar ile birler ve sıfırlara; sonsuz teşekkür ediyor, çalışırken Debussy’nin prelüdlerini kulağımızdan eksik etmiyoruz ki, zihnimizi açıyor ve harika kodlarla geleceği kurtarıyoruz.